21 Eylül 2013 Cumartesi

SOSYOLOJİYE GİRİŞ

SOSYOLOJİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SOSYOLOJİNİN KURUCULARI Sosyolojinin bilimsel bir disiplin olarak ortaya çıkışı 19. yüzyılın ortalarında Endüstri Devriminin yol açtığı hızlı toplumsal değişimlerle birlikte olmuştur. En az Endüstri Devrimi kadar etkili bir diğer patlama da 1789 Fransız Devrimidir. Tarihte hiç bir toplumsal değişme Endüstri Devrimi kadar yaygın ve etkileyici olmamıştır. Bu devrim, asırlardır düzenli bir yaşam biçimi olan Avrupa toplumlarını yoğun bir biçimde etkileyerek, yepyeni bir takım sorunlara ve değişmelere neden olmuştur. Yeni teknoloji ve endüstriler Avrupa’nın toplumsal ve fiziki çevresinin değiştirmiş, küçük kasabalar ortadan kalkmış, hava kirliliği hızlı bir biçimde büyük kentleri kaplamış, aileler topraklarından koparak çeşitli maden ve fabrikalarda çok ağır şartlarda çalışmaya zorlanmış, açlık, hırsızlık, sefalet ve hastalıklar bütün büyük kentleri içine almıştır. Hızlı bir biçimde büyüyen kentlerde, eski düzeni sağlayan gelenek, görenekler ve normlar bu toplumları bir arada tutmaya yetmez olmuş, bu nedenle toplumda düzensizlikler baş göstermiştir. Bireyci yaklaşımların desteklenmesiyle, orta sınıf çoğalmış, monarşik devletler yıkılmış, demokrasi ideolojisi ön plana çıkmıştır. Fransız ve Amerikan ihtilallerindeki başarılar. Batı ülkelerindeki mevcut düzeni sarsmış ve daha demokratik modeller Avrupa’da giderek yerlerini almaya başlamışlardır. Geleneksel yapının sarsılması Avrupa’da dinin egemenliği ile açıklanan birçok faktörü de etkilemiş ve kilisenin gücü sarsılmaya başlamıştır. Her önemli toplumsal değişme ile geleneksel bir biçimde açıklanan insan varlığının nedeni sarsılmaya başlamış ve yeni açıklamalara duyulan ihtiyaç giderek artmıştır. Böyle bir ortam içinde bir takım sorulara cevaplar verecek bilimsel bir disiplin ihtiyacı yoğun bir biçimde hissedilmeye başlanmıştır. Ancak henüz bu disiplinin adı konmamıştır. Sosyolojinin gelişimini etkileyen bir diğer faktör ise emperyalist gelişmelerdir. Teknolojik ilerleme ile Avrupalılar dünyanın birçok bölgesini ele geçirmeye başlamışlar ve yeni koloniler insanları yepyeni kültürlerle karsı karşıya getirmiştir. Afrika’da, Kuzey Amerika ve Asya’da elde edilen bölgelerdeki yaşam biçimi, Avrupa’daki toplumsal yaşantıdan çok farklıydı, işte bu farklı yaşam biçimleri insanların kafalarında yeni bir sorunun doğmasına yol açtı. Bu da bu kültürler neden farklıdır, sorusuydu? İşte bu sorulara aranan cevaplar da yeni bir disiplinin varlığını gerektiriyordu. Sosyolojinin gelişmesini etkileyen bir üçüncü faktör ise doğa bilimlerindeki hızlı gelişmelerdir. Bilimsel metodun fizik ve kimyada başarılı bir biçimde uygulanması yani objektif, sistematik gözlemler ile kuramların test edilmesi neden sosyal bilimlerde de bu yöntem uygulanmasın sorusunu gündeme getirmişti. Doğa bilimlerinde başarılı bir biçimde uygulanan bilimsel yöntem anlayışının sosyal dünyada açıklanmaya çalışılan sorulara uygulanması birçok düşünüre çok mantıklı gelmekteydi. Bu mantığı savunan ve sosyolojinin isim babası olarak tanınan ünlü sosyolog Fransız Auguste Comte’dir. Sosyal düşüncenin gelişmesini etkileyen olayları gördükten sonra, şimdi bazı önemli sosyologların temel düşüncelerini incelemeye çalışalım. Sosyolojinin öncüleri olan bu kişiler toplumu bir arada tutan güçler üzerinde durarak çeşitli açıklamalar getirmişlerdir. Sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkmasında rol oynayan etkenler nelerdir? Auguste Comte (1798-1857) Bilimsel yöntemi sosyal dünyaya uygulama fikri, pozitivizm olarak adlandırılır ve bunu ilk öneren kişi de Auguste Comte‘dur. Comte aynı zamanda sosyolojinin kurucuları arasında bu disipline ismini kazandıran kişidir. Fransız Devriminin etkilerini yaşayan Comte, yaşadığı ve büyüdüğü küçük kasabayı terk ederek Paris’e gelmiş ve iki önemli konu olan toplumsal düzen ve toplumsal değişme konularına yakın ilgi duymuştur. Comte toplumsal düzeni Toplumsal statik, toplumsal değişmeyi ise Toplumsal dinamik olarak adlandırılır. Bu noktadan hareketle sosyolojiyi de tıpkı fiziğin bölündüğü gibi, Toplumsal Statik ve Toplumsal Dinamik olarak ikiye ayırır. Statik, bir toplumdaki düzeni ve durağanlığı incelediği için bir düzen kuramı, dinamik ise değişme ile ilgili olduğu için bir ilerleme kuramıdır. Comte, bilimsel yöntemin toplumdaki bilinmeyenleri çözeceğine inanır ve sosyologları insanlığın rahipleri ve din adamları olarak tanımlar. Toplumların gelişmesini harekete geçiren faktörün insan düşüncesi olduğunu savunan Comte bu düşüncenin üç aşamadan geçerek pozitif ya da bilimsel hale ulaştığını savunur. Bu gelişim üç hal ya da üç durum yasası olarak bilinir. Bunlar: Teolojik ya da hayali hal, Metafizik ya da soyut hal, Pozitif ya da bilimsel haldir. Comte yaşadığı çağda altı bilimden söz etmektedir. Bunlar; matematik, fizik, kimya, biyoloji, astronomi ve sosyolojidir. Kendisi sosyolojinin bunların hepsinden üstün bir yeri olduğunu savunur. Ayrıca toplumsal yaşam konusunda dogmatik olmamamızı, insan davranışlarını gözlemleyip sınıflandırmamızı, ancak bu şekilde toplumun temel yasalarına ulaşılabileceğini belirtir. Toplumsal olaylar toplumsal statik ve dinamik kavramlarıyla nasıl açıklanır? Herbert Spencer (1820-1903) Bir İngiliz düşünür olan Spencer sosyolojinin ikinci kurucusu olarak da bilinir. Spencer toplumun belirlenmiş kanunlar çerçevesinde işlediğini savunur. Spencer’e göre toplumlar barbarlık aşamasından medeni toplumlar aşamasına doğru gelişen bir yapıdadır. Spencer, nesiller geçtikçe en yetenekli ve zeki insanların toplumun yaşamında önem kazanıp, ayakta kalacaklarını, yeteneksizlerin, topluma uyum sağlamayanların ise yok olacaklarını savunur. Spencer toplumsal düzen ve değişme konusunda bu çağda geliştirdiği biyolojik kuramla ün yapmıştır. Spencer’ın görüşü Darwin’in kuramına benzerlik taşıdığı için kuramına Sosyal Darwinizm de denir. Spencer, insan toplumları ile diğer organizmaları karşılaştırmış ve aralarında benzerlikler görmüştür. Yani bir canlıdaki kalp, ciğer gibi organlar canlının yaşamına destek veriyorlarsa, toplumun parçaları olan devlet ve ekonomi gibi kurumların da toplumun devamlılığında önemli katkıları vardır, tezini savunur. Düşünceleri sosyolojide fonksiyonalist ya da görevselci yaklaşımın şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Tıpkı Comte’da olduğu gibi Spencer bir sosyologdan çok bir sosyal filozoftur. Spencer yine Comte gibi bilimsel araştırmalar yapmamış sadece toplum konusunda fikirler geliştirmiştir. Karl Marx ve Maddeci Görüş (1818-1883) Alman düşünürü olan Marx sosyolojideki çalışma kuramının yaratıcılarındandır. Marx kuramını 18. yüzyılın İngiltere’sinde endüstrileşme sürecinin en yoğun olarak yaşandığı bir ortamda yazmış, bu nedenle de içinde yaşadığı güç koşullar kuramını doğrudan etkilemiştir. Marx, Comte gibi insanların toplumu değiştirmek konusunda aktif adımlar atmalarını savunur. Kendisi Almanya’dan ihtilalci fikirleri nedeniyle sürgün edilip İngiltere’ye geldikten sonra çalışmalarını Londra’da tamamlamış, açlık ve sefalet içinde geçen bir ömürden sonra yine bu şehirde ölmüştür. Marx, Comte ve Spencer’den farklı düşüncelere sahipti. Sınıf yapısının temeli olarak üretim ilişkilerini görmüş, devlet ve düşünce sistemini toplumun üstyapısı olarak nitelendirmiştir. Marx’a göre “üretim araçları, üretim güçleri ve üretim ilişkileri” anlamına gelen alt yapı, ekonomik temeldir. Üst yapı ise, din, sanat, bilim, ahlak gibi kültür kurumlarından oluşur. Aralarında karşılıklı bir ilişki olmakla birlikte üst yapı, alt yapı tarafından yani ekonomik ilişkiler tarafından belirlenir, der. Kendisi bir sosyolog olmamakla beraber yazdıkları sosyolojik acıdan çok zengin olduğundan en önemli ve özgün düşünürlerden birisi olarak nitelendirilmiştir. Marx’a göre sosyal bilimcilerin görevi dünyayı açıklamak değil, değiştirmektir. Bu değişim de ihtilalci bir yaklaşımla olur. Marx, toplumda kaçınılmaz ve doğal bir çatışmanın olduğunu söyler. Bu çatışma endüstriyel toplumda iki sınıf arasında gerçekleşir. Bunlar endüstriyel bir işletmede çalışan, emeğini kiralayarak geçinen isçi sınıfı ile üretim araçlarına sahip olan burjuvazidir. Marx üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki mücadeleye sınıf mücadelesi der ve tarih boyunca farklı toplumlarda olan mücadelenin toplumları yeni bir aşamaya getirdiğini vurgular. Marx, düşüncelerinde ünlü Alman sosyoloğu George Hegel’in diyalektik sürecinden yoğun bir biçimde etkilenmiş ve onun idealist diyalektiğini, düşünceyi yaratan maddedir prensibiyle materyalist bir biçime dönüştürmüştür. Marx’ın en önemli eseri, içinde liberal görüşün eleştirisinin yer aldığı Kapital adını taşır. Marx’ın geliştirdiği kuramın temel tezi nedir? Emile Durkheim (1858-1917) Bir Fransız düşünürü olan Durkheim, toplumsal düzen sorunu ile ilgilenmiş ve toplumu bir arada tutan güçlerin, toplumun üyelerince paylaşılan ortak inanç ve değerler olduğunu söylemiştir. Durkheim toplumsal gerçeğin temelini “Toplumsal Bilinçte” görmektedir. Toplumsal bilinç “Bir toplumun bireylerindeki ortak inanç ve duyguların bütünüdür.” Kendisi, bir toplumu bir arada tutan parçaların toplumun devamlılığına ne şekilde katkıda bulunduğunu araştırmıştır. Durkheim’e göre insan davranışlarını bireysel olarak anlamanın imkânı yoktur. Bu davranışlar ancak geniş bir toplumsal çerçevede anlaşılabilir. Durkheim’in bir diğer ilgi alanı da endüstriyel toplumlardaki iş bölümü ve bunun sonuçlarıdır. Ona göre is bölümünün endüstriyel toplumlarda ortaya çıkardığı bir sorun anomidir. Anomi endüstrileşmiş toplumlarda ortaya çıkan bir kuralsızlık durumudur. Yani bir toplumda düzeni sağlayan kurallar, o toplumu bir arada tutmada yetersiz kaldığı zaman bu durum ortaya çıkmaktadır. Özellikle toplumsal değişmenin hızlı olduğu dönemlerde birey bir toplum içinde yaşamanın amacını kaybederek intihara kadar gidebilmektedir. İntiharlar konusu Durkheim’in diğer bir ilgi alanıdır. Durkheim bir gruptan bir gruba değişen intihar oranlarını araştırmış ve intiharların nedenlerinin bireysel değil toplumsal kökenli olduğunu öne sürmüştür. Durkheim’in en temel amaçlarından biri, sosyolojiyi ayrı bir disiplin olarak diğer bilimler arasına yerleştirmekti. Çünkü yaşadığı dönemde sosyoloji ekonominin veya tarihin bir alt disiplini olarak görülüyordu. Durkheim, gördüğü eğitim ve yaptığı çalışmalar sonucu ilk defa 1887′de Bordeaux Üniversitesi’nde sosyolog olarak görevlendirilmiştir. Durkheim’in iki amacı daha vardır. Birincisi bireysel davranışların toplumsal güçler tarafından ne şekilde etkilendiğini göstermek, diğeri ise toplumsal araştırmaları daha pratik hale getirmektir. Kendisi sosyologları tıp doktorlarına benzetir. Sosyologları, toplumsal hastalıkların doktoru olarak niteler. Genelde tıp doktorları bilimsel bilgilerini, insan hastalıklarını tedavi etmek için uğraşırlarken, sosyologlar da bilimsel becerilerini toplumsal hastalıkları iyi etmede kullanmaktadırlar. Durkheim’in sosyolojiye en büyük katkısı sosyolojik yaklaşımı insan davranışlarım anlamada kullanması olmuştur. Örneğin, intiharlar bireysel kökenli davranışlar olması nedeniyle psikologlar tarafından incelenmelidir, sosyologlar tarafından değil, der. Ancak, intiharları sadece bireysel açıdan ele alırsak, toplumsal temelini ihmal etmiş oluruz, demektedir. Böylece Durkheim, sosyolojinin bakış açısını daha da belirginleştirmektedir. Anomi kavramını gözden geçirerek: Durkheim’in sosyolojiye yaptığı en önemli katkıyı tartışınız. Max Weber (1864-1920) Weber’in sosyolojik yaklaşımına göre, bu disiplin toplumsal yasamın önemli sahalarındaki nedensel ilişkileri anlamalı ve araştırmalıdır. Sosyolojinin gelişmesinde önemli katkıları olan bir diğer Alman düşünür Weber’dir. Weber’in sosyolojik yaklaşımına göre, bu disiplin toplumsal yaşamın önemli sahalarındaki nedensel ilişkileri anlamalı ve araştırmalıdır. Dolayısıyla sosyoloji bir anlam bilimidir. Weber, toplumsal olayların bir takım objektif kriterlerle anlaşılıp, ölçülemeyeceğini, bu nedenle bireylerin davranışlarına yansıyan bir takım sübjektif kriterlerle anlamanın mümkün olabileceğini öne sürer. Toplumsal olayları anlamada bir tek faktörün değil birçok faktörün etkili olduğunu savunur. Örneğin, düşünce, inanç, tulum ve duygular gibi. Weber, sosyologların çalışma hayatlarında bir takım öznel değerlerden arınmış olarak hareket etmelerini ister. Buna objektiflik ilkesi der. Yani sosyologların olaylara önyargılarından arınmış bir biçimde bakmalarını savunur. Max Weber, Durkheim ile aynı zamanlarda yaşamış ve Batı Sosyolojisine en çok katkıda bulunan kişilerden birisidir. Sosyolojiye birbirinden farklı sahalar olan, politika, hukuk, ekonomi, müzik ve din konularında çeşitli katkılarda bulunmuştur. Kendisi endüstriyel toplumlardaki değişmenin yön ve biçiminin, bürokrasi ve bürokratik kurallar yüzünden arzu edilmeyen bir hale dönüştüğünü ve hayatlarında akılcılık ve etkili olmaktan başka bir şey bilmeyen uzmanlar tarafından endüstriyel yaşamı olumsuz olarak etkilendiğini savunmuştur. Weber, bu tür bir yolla insanlığın demirden bir kafese konulduğunu ifade eder. Weber’in birçok çalışması Karl Marx’in çalışmalarıyla karşıtlık taşır. Weber, Marx’in çalışmalarını yakından izlemiş bir kişidir. Weber de Marx gibi sosyal eşitsizliğin veya adaletsizliğin kaçınılmakta olduğunu görmüş ve bu eşitsizliği hoş karşılamamıştır. Çünkü bunun sonucunda devletin birey üzerinde büyük bir güç olarak duracağını ve onun hareketlerini kısıtlayacağını düşünmüştür. Weber, Marx’dan farklı olarak toplumsal değişmenin mutlaka ekonomi kökenli olmasını kabul etmez. Ekonomik nedenlerin yanında sosyal nedenlerin de değişmede önemli bir faktör olduğunu savunur. Örneğin, kapitalizmin doğuşunu açıklayan önemli eserinde din faktörünün de değişimde önemli bir rolünün olduğunu savunur. Weber’in sosyolojiye önemli bir katkısı ise anlama (Verstehen) konusunda olmuştur. Weber insan davranışlarının sadece bir takım istatistiklerle açıklanamayacağını, bunların muhakkak yorumlanması, anlamlandırılması gereğini savunur. Weber, burada bireylerin duygu ve düşünceleriyle davranışları arasındaki ilişkiyi anlamaya veya kavramaya çalışır. Kısaca, olayların bireyler için taşıdıktan öznel anlamları bilmemiz gerektiğini söyler. İnsanların davranışlarını kendilerinin nasıl yorumladıklarını bilmek, olayları anlamak için büyük önem taşır. Weber’in anlama süreci üç aşamalı olarak ortaya çıkar. Birinci durumda sosyolog olayları gözler ve bireylerin duygularını görmeye çalışır. İkinci durumda bireylerin motifleri yani güdülerini keşfetmeye çalışır. Üçüncü aşamada ise bireyin duygu ve güdülerine ilişkin davranışlarını veya faaliyetlerini açıklamaya çalışır. Weber ilgilendiği konuları anlamada iki teknik kullanır. Bunlar; ideal Tip Analizi ve Tarihi Analiz teknikleridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder